“Mutluluk gidilen yolun üzerindedir, yolun sonunda değil.” -Epiktetos-

Bu yazımda kendimi iddialı gördüğüm alanlardan birini ele alıyor olacağım. Sinema, benim için her zaman bir tutku olmuştur. Kendi çapında yazarlık denemelerinde bulunan biri olarak oldum olası insanın hayalinde yarattığı bir dünyanın yansıması olan filmleri merak ile izlemişimdir. Herhangi bir tür ayırt ettiğim söylenemez. Korku, aksiyon, yolculuk, bilim kurgu hepsi benim ilgi alanım içerisinde diyebilirim rahatlıkla.

Oldukça klişe olasa da benim doğru bulduğum bir söylem vardır. Derler ki, bir kitap, bir kişi, bir film belki hayatınızdaki dönüm noktası olabilir. Gerçekten de öyle değil midir? Bunlardan herhangi birinin zihnimizde oluşturduğu kıvılcım belki de hayatımızın geri kalanını hiç beklemediğimiz şekilde etkileyecektir. Kelebek etkisi filminde geçtiği gibi, “küçük bir kelebeğin kanat çırpması okyanusta bir fırtınaya neden olabilir.” Eh! Konumuz seyahat olduğundan ben de tecrübelerimden ve bana gelen tavsiyelerden yararlanarak sizlere içinizdeki seyahat arzusunu körükleyecek beş enfes film sunacağım.  Km bilir, belki de bu filmlerden biri sizin rüzgara kapılan bir yaprak gibi yollara düşmenize ve hayatınızı tümü ile değiştirmenize vesile olacak.

Seven Years In Tibet (Tibet’te Yedi Yıl)

Tibet’te yedi yıl, Brad Pitt’in kariyerindeki en iyi filmlerden bir tanesi. Henüz çocukken televizyon ekranlarında gördüğüm, o zamanlar anlamadığım için sonrasında yeniden izleme gereği duyduğum bir filmdi kendisi. Amerikan yapımı olan bu filmde, karakterimiz Harrer’in gerçekleştirdiği yolculuk sırasında aynı zamanda kendi iç dünyasına yaptığı yolculuk anlatılıyor. Filmin geneline mistik bir hava hakim. Hatta bazı sahnelerinde bilgelik gösterisine öylesine kapılıyorsunuz ki, “Acaba tüm dünya böyle düşünse insanlık bugün nerede olurdu,” sorusunu kendinize sormadan edemiyorsunuz. Laf aramızda Brad Pitt’in de henüz günümüzün mizah mezelerine konu olan “Brad emmi” hallerinden oldukça uzak olduğu yıllardan bir yapım. Bu bizim için büyük şans elbette; dünyanın bir ucundan diğerine bir insanın ruhunu baştan yazan bir yolculuk filmi izlerken Brat Pitt’in gözleri doyuran yakışıklılığını da kaçırmamış oluyoruz. Filmin kadrosunda yer alan diğer oyuncuların performansları da oldukça doyurucu. Kısacası tam da iş gününün yorgunluğu ile eve dönüp, şehirden kaçma isteği uyandıran zamanlarda ayaklarınızı uzatarak izlemeniz gereken filmlerden.

Im Juli (Temmuzda)

Listemizin ikinci sırasında Temmuzda filmi yer alıyor. Aslında bakarsanız benim favori filmlerinden bir tanesidir. Yalnızca bu film için başlı başına bir yazı yazılabileceğini düşünüyorum. Ünlü yönetmen Fatih Akın’ın en başarılı bulduğum filmlerinden bir tanesi kesinlikle. Oyunculuklar, hayatın üzerine birazcık mistisizm serpilerek oluşturulmuş sıcacık bir aşk hikayesi filmin konusunu oluşturuyor diyebiliriz. Kısaca özetlemek gerekirse, hayatın sıradanlığı içerisinde dopdolu bir aşk arayan sıradan bir adamın hayatının aşkına koştuğu bir yolculuğun ta kendisi bu film. Almanya’da başlayıp İstanbul Ortaköy’de biten bir yolculuğa hazır olun. Bu yolculuk sırasında yer yer komik, yer yer mistik tesadüfler sizi şaşırtırken ilk on beş dakikadan sonra filmden koyabileceğinizi sanmıyoruz. Oyunculukların yanı sıra güzeller güzeli  Juli’nin buğulu gözleri de sizi filmin içine çeken etmenler arasında yer alıyor. İzleyin, pişman olmayacaksınız.

Into the Wild (Özgürlük Yolu)

Efenim, listemizin bu sırasında yol filmi dediğinizde herkesin favorisi olan bir yapım yer alıyor. Özgürlük Yolu her ne kadar benim kişisel listemde üst sıralarda yer almayan bir film olsa da şüphesiz bu alandaki en iyi filmlerden bir tanesi. Film, ferrarisini satan bilge misali parayı, toplum değerlerini, modern hayatı bir köşeye itip içerisindeki doğa aşkı ile bütünleşmek için yolculuğa çıkan gencimiz Christopher McCandless’ın hikayesini anlatıyor. Filmin başından itibaren karakterimizin içindeki tutkuyu ve bu tutkuya hiçbir şeyin engel olmayacağını hissediyorsunuz. Bunu anlatmak konusunda oldukça başarılı bir yapım, ancak ben gene de filmin geneline yayılmış olan puslu havayı bir türlü sevemedim. Üstelik hikayenin oldukça düz ve yalın anlatımı yer yer sıkılmama neden oldu diyebilirim. Belki de beni bir tık daha fazla güldüren filmleri daha çok seviyorumdur. Tabi siz gene de izlenecek filmler listenize eklemeyi unutmayın.

The Way

Diğerlerine nazaran biraz daha buruk, oldukça dramatik bir hikaye ile başlayan bir film The way. Bir fırtınada kaybettiği oğlunun cenazesini almak için Fransa’ya giden doktorun, oğlunun arzusunu yerine getirmek amacı ile çıktığı yolculuğu anlatıyor film. Yolculuk boyunca baba oğul ilişkilerinin de derinlemesine izleri işleniyor. Sanki bu yolculuk aralarındaki köprüyü geçmek için sonlandırılması gereken bir seyahat gibi. Sulu göz yapıya sahip kişileri uyarmak lazım, yanınızdan mendilinizi eksik etmeyin.

The Bucket List (Şimdi Yada Asla)

Daha önce hiç kendiniz için ölmeden önce yapılacaklar listesi yazmayı denediniz mi? İsterseniz kendiniz için bir liste hazırlamadan önce sinema tarihinin iki harika oyuncusu Jack Nicholson ve Morgan Freeman’ın sizler için hazırlamış olduğu tanıtımı bir izleyin. Hayatlarının son döneminde olduğunun farkında olan iki insan ve bu farkındalığın yarattığı dostlukla hazırlanan enfes bir liste. Onlar kendi listelerini tamamlamaya çalışırken siz de çok farklı görevler için hayal kurabilirsiniz. Kendi listemin en zor görevini ilk tamamlayıp, kolay maddelerde takılan biri olarak şunu söyleyebilirim ki, “Gerçekçi ol, imkansızı iste!”

Birbirinden güzel bu filmleri şiddetle izlemenizi tavsiye ederiz. Ayrıca kendi filminizde başrol olmak için yolculuklarınıza NeredenNereye.com üzerinden en uygun uçak yada otobüs biletlerini satın alarak başlayabilirsiniz.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen adınızı buraya girin